ÖZGÜR KALEÖZÜ’NÜN KALEMİNDEN…

Batı Yakası TV
Batı Yakası TV  - Editör
9 Min Okuma

Yeni Anayasa kime lazım!

Bu hafta bir hukukçu olmamakla birlikte, hayatın içindeki yansımalarına ve son 30 yıla bakarak bir değerlendirme yapacağım. Hep duyduğumuz bir ifade olarak, mevcut anayasamız Kurucu Meclis tarafından hazırlanarak referandumla kabul edilen 1982 Anayasasıdır. Burada iki kelime ile ifade edilen ama 1982 anayasasının ruhunu ifade eden Kurucu Meclisi kısaca bir tanımakta fayda var.  Zira, Kurucu Meclis dendiğinde, halkımız tarafından ya tamamen askeri bir yapı yada kimi siyasi partiler ve kişisel iradeleri parti liderlerinin demir yumruğu altında ezilmiş milletvekillerinden oluşan bir meclis anlaşılıyor.

İşte, zamanın en kötü yönü budur. İnsanı dönemsel gerçekliklerden kopartır, bugüne ait bilgilerle geçmişi değerlendirme hatasına sürükler. Hayır efendim, kurucu meclis siyasi partiler ve iradesi parti liderinin arka cebinde gezen milletvekillerinden oluşmamıştı, yada askeri bir yapı değildi. Onbini aşan başvuru arasından seçilen 160 kişilik bir danışma meclisiydi. Amacı ise, “Türkiye Cumhuriyeti Devletin varlığı ve bölünmezliği ve toplumun huzurunu korunarak, milli dayanışma ve sosyal adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden eşitlik ilkesine göre, yararlanmasını ve hukukun üstünlüğünü sağlayacak demokratik, laik hukuk devletinin kurulması için gereken hukuki düzenlemelerle Anayasayı, siyasi partiler ve seçim kanunlarını yapmak” olarak tanımlanmıştır.

Kimdi bu 160 kişi peki? Profilleri hakkında bir fikir edinmeniz açınızdan şöyle tarif edelim; Prof, öğretim üyesi, öğretim elemanlarından oluşan 34 Akademisyen, yargı elemanları dâhil 47 bürokrat, 22 emekli asker, 15 İş Adamı, 7 büyük toprak sahibi, 3 gazeteci, 7 idareci, 5 emekli, 4 sendikacı, 1 öğretmen, 7 serbest meslek sahibi, 6 eski Parlamenter… herhangi bir siyasi partiye bağlı olmayan, herhangi bir kurum veya kuruluşu temsil etmeyen, kısaca kendi bakış açıları ile anayasayı yazmak üzere bir araya gelmiş Türk Milletinin sivil vatandaşları. Buna rağmen, 1982 anayasası bilinçli olarak askeri anayasa veya cunta anayasası olmakla itham edilmektedir.

Ülkemizdeki bana göre en önemli problem, gerçeklere dayalı rasyonel yaklaşımlardan çok duygusal değerlendirmelerle karar veren bir toplum olmamızdır. Zira bizim bu zaafımızı bilen siyasi partiler, duygularımız üzerinden bizi tetiklemekte, üzerimizde bir takım duygusal kontrol mekanizmalarını işleterek saflara hatta kamplara ayırmakta, bizler birbirimizle kavga halinde iken bizlere kendi çıkarlarına en uygun hamleleri yaptırmaktalar. Özellikle siyasi, idari, ekonomik başarısızlıklar, yerine getirilemeyen sözler, eylemlerle söylemlerin taban tabana zıt olduğu durumlar gibi pek çok durumda en sık duyduğumuz cümleler, zihnimize değil duygularımıza hitap eden cümlelerdir. Bu cümleler sayesinde gerçekçi analizler yerine duygularımızla karar veririz, genelde de bu kararlar yanlıştır. Daha sonra da kişisel egomuz, tarafgirlik ve aidiyet hisleri de bizi yanlış kararımızı savunmak ve kutsamak noktasına iter.

Şimdi bu bilgiyi de göz önünde tutarak gündemimize bakacak olursak, yine yeni anayasa tartışmaları içindeyiz. Bu yazımda iki farklı cepheden bakarak, Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacının olmadığını ve mevcut anayasanın her yönde esnek uygulamalara izin verdiğini örneklerle açıklayacağım.

Birinci Cephe: Mevcut Anayasanın Hukuki Esnekliği ve Yeniliklere İzin Vermesi:

1982 Anayasası, dönemin ve hükümetlerin ihtiyaçlarına göre yıllar içinde çeşitli değişikliklere uğramıştır.  Böylece Türkiye’nin değişen siyasi ve sosyal ihtiyaçlarına yanıt vermiştir. Bu durum, anayasanın esnekliğini ve farklı dönemlere kolayca uyarlanabilir oluşunu göstermektedir. Son 30 yılda bu esnekliği ve uyum kabiliyetini gösteren bazı önemli gelişmeler şunlardır:

1. 1990’lar: Demokratikleşme ve İnsan Hakları Reformları:

1990’lar boyunca Türkiye, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde demokratikleşme ve insan hakları alanında önemli reformlar gerçekleştirdi. Örneğin, 1995 yılında yapılan anayasa değişiklikleriyle, siyasi partilerin kapatılması zorlaştırıldı ve insan hakları konusundaki düzenlemeler güçlendirildi. Bu değişiklikler, anayasanın demokratikleşme sürecine uyum sağlama kapasitesini gösterdi.

2. 2000’ler: Avrupa Birliği Uyum Yasaları:

2000’li yıllarda da, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik müzakereleri çerçevesinde birçok anayasal ve yasal düzenleme yapıldı. 2001 yılında gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri ile ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve toplanma hakkı gibi temel hak ve özgürlükler genişletildi. Ayrıca, 2004 yılında yapılan değişikliklerle, işkence ve kötü muameleye karşı korunma gibi insan hakları alanında önemli ilerlemeler kaydedildi. Bu dönemdeki reformlar, mevcut anayasanın uluslararası standartlara uyum sağlama yeteneğini ortaya koydu.

3. 2010 Referandumu: Yargı ve Siyasi Reformlar:

2010 yılında gerçekleştirilen referandumda, anayasanın yargı bağımsızlığı ve siyasi partilerin kapatılması ile ilgili maddelerinde önemli değişiklikler yapıldı. Bu değişiklikler, yargının daha bağımsız hale getirilmesi ve siyasi partilerin demokratik yapısının güçlendirilmesi yönünde atılan adımlardı. Referandum sonucu yapılan bu değişiklikler, anayasanın demokratik reformlara açık olduğunu bir kez daha gösterdi.

4. 2017 Referandumu: Cumhurbaşkanlığı Sistemi:

2017 yılında yapılan referandum ile Türkiye, parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçti. Bu köklü değişiklik, anayasanın geniş kapsamlı reformlara uyum sağlayabildiğini ve esnekliğini koruduğunu gösterdi. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, yürütme erkinin güçlenmesi ve hükümetin daha etkin çalışması hedeflenerek gerçekleştirildi. Mevcut anayasa, bu gibi büyük değişikliklerin bile yasal çerçevede yapılmasına imkân tanıdı.

İkinci Cephe: İyi ve Kötü Uçlarda Uygulamalara Alan Tanıması

Burada çok net bilinen iki farklı mesele, türban ve terör konusunu ele almamız yeterli olacaktır.

Bildiğiniz gibi ülkemizde bir dönem bazı kesimler başörtüsünün kamusal alanda yasaklanması gerektiğini savunurken, diğer kesimler bu yasağın bir özgürlük ihlali olacağını savundu. 1990’larda başörtülü öğrencilerin üniversitelere girişinin yasaklanması ve kamuda başörtüsü yasağı gibi uygulamalar gerginliklere yol açtı. Hatta olaylar, 28 Şubat sürecini de tetikleyen, okullarda başörtüsü zulümleri, ikna odaları gibi anlamsız ve yersiz uygulamalara dönüşen bir hal aldı.

Bugün ise ülkemizde başörtüsü bir sorun olmaktan çıkmış, insanlar kıyafetleri üzerinden kamusal alanda denetime tabi olmaktan kurtulmuştu. Ta ki Gebze Alaattin Kurt Lisesi’nde yaşanan elim mezuniyet töreni olayına kadar. Evet, bugün 28 şubat ruhu hortlamış ancak taraf değiştirmiştir. Bu ruhun ülkemizde asla ve asla yeniden kök bulmamasını canı gönülden isteyen biri olarak, sorumluların bir an önce hesap vermesini bekliyorum.

Aynı anayasa… Aynı ülke… Aynı millet… Aynı anayasa ile iki farklı uçta uygulama: başörtüsü zulmü ve mezuniyet töreni zulmü… Demek ki sorun anayasa değil…

Peki Terör sorunu?

2012 döneminde Türk milliyetçilerinin haklı olarak İhanet süreci dediği süreç. Devamında yaşanan neredeyse milli egemenliğin belli bölgelerde kaybolması. Hendek olayları. Şehit düşen çukur ve barikat çatışmalarında şehit olan 793 asker ve polisimiz. Harabeye dönen yerleşim yerleri…

Kuzey Irak’da derin sınır ötesi harekatlar. Afrin, Zeytindalı harekatları. Libya, Sudan ve Somali’ye kadar uzanan askeri varlığımızla ülkemizin güvenliği adına alınan tedbirler…

Aynı anayasa… Aynı ülke… Aynı millet…Aynı hükümet… Aynı parti… Aynı lider…

Aynı anayasa ile iki farklı uçta uygulama: kendi sınırlarımızın içinde, bölgesel olarak egemenlik zaafına sebep olacak kadar teröre ve teröriste alan açan uygulamalar. Diğeri? Sınırlarımızdan binlerce kilometre ötelerde bile milli çıkarlarımızı savunan askeri varlık. Birisi ihanet, diğeri vatan savunması. Demek ki sorun anayasa değil…

Bu durumda Anayasa kime lazım?

Mevcut anayasanın esnekliği, son 30 yılda yapılan değişikliklerle Türkiye’nin ihtiyaçlarına yanıt verebildiği ve yürütmenin çok farklı yönlerdeki uygulamalarına izin veriyor olması göz önüne alındığında, yeni bir anayasa yapma gerekliliği tartışmalıdır.

Şu an yeni anayasa diyenlerin tutarsız argümanlarla ve somut gerçeklerden çok soyut önermelerle yaptıkları savunmalar, mevcut anayasal düzenin etkinliğini ve uyum kapasitesini göz ardı etmektedir. Türkiye’nin anayasal geçmişi, mevcut anayasanın gerektiğinde değiştirilebilecek kadar esnek olduğunu ve bu yolla ülkenin ihtiyaçlarına cevap verebildiğini göstermektedir.

Yukarıda verdiğim örneklerde gördüğünüz üzere; bugün karşı karşıya olduğumuz sorunların sebebi anayasa değil, iktidarların rasyonaliteden uzak, milli menfaatlerimiz değil parti çıkarlarına dayalı uygulamalarında yatmaktadır. Yeni bir anayasa bu sorunları çözemez. Siyasi partiler, yeni bir anayasa ile daha fazla güç ve kontrol, hatta bitmeyen iktidar kazanmayı hedeflemektedir. Bu durum, demokratik bir yaklaşımla bağdaşmamaktadır.

Bu durumda mevcut anayasa kime lazım? Ne için lazım? Vatandaşlarımız tarafından bu soru sorulmalıdır. Yeni anayasa talep edenlerden duygusal ve soyut söylemler değil, net, tutarlı ve somut cevaplar ısrarla istenmelidir? Size nasıl bir anayasa lazım? Neden lazım? Talebiniz ve öneriniz nedir?

Milletimiz soru sormayı öğrendiği gün cevapları elde etmeye başlayacaktır.

Selam ve sevgilerimle.

Bu haberi paylaş
Yazar Batı Yakası TV Editör
Takip Et:
Batı Yakası TV - Bölgenin Tek İnternet Televizyonu
yorum Yap