BATIYAKASI Medya stajyerlerinden Üniversite öğrencisi Yalçın Şahin, Fransız Sinemasını kaleme aldı.
Kastamonu Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon, Sinema Bölümü öğrencisi olan Yalçın Şahin’in araştırma yazıları devam ediyor. ‘’DEVRİM’’ isimli kitabı bulunan, yazarlığının yanı sıra araştırma yazılarıyla dikkat çeken üniversite öğrencisi Yalçın Şahin’in Fransız Sineması tarihi ve gelişimi üzerine yazdığı araştırma yazısı;
1929 yılında dünyayı saran büyük ekonomik buhran, tüm dünyada darbe etkisi yaratır. Tabii tüm sektörler veya endüstriler de bozguna uğrar. Büyük film şirketlerinin de büyük zarar görmesiyle 1930’lara doğru Fransa’da yeni bir akımın doğmasına neden olur.
Bu olaylar bağımsız yönetmen ve yapımcıların daha rahat hareket etmelerini sağlar. Bağımsız sinemacılar yaptıkları filmlerde toplumsal ve politik konuları gerçekçi ve aynı zamanda lirizme dayalı bir dille ele almaya başlarlar.
TEKNİK YÖNTEMLER
Genellikle doğal ortamlarda gerçekleştirilen film çekimleri yine doğal ışık ve ses koşullarında, toplumun içerisindeki gerçek kahramanlar ile kurgulandı. Teknik geliştirmeler sadece ortam sesi ve ışık üzerine değildi. Mise-en-scene (sahneleme) oluşturulması, net alan derinliği, kadraj oluşturulması, kamera hareketleri, uzun planlar, geniş açılı panlar ve daha bir çoğu devrimsel nitelikte geliştirmeler yapıldı. Teknik ile anlatım yöntemi tamamen birleştirildi.
—–
–Fransa’daki şiirsel gerçekçilik toplumun alt tabakalarını şiirsel bir dille anlatır. Savaşın bıraktığı buhran, bu buhranın halk üzerindeki etkisi sinemaya şiirsel yöntem ile aktarıldı. Günlük hayattaki olayları sade bir dil ile anlatırken, şiirde şiirin estetik duygularını ön plana çıkarır.
Fransız Şiirsel Gerçekçiliği, Alman Dışavurumculuğu ve Sovyet Montaj Sinemasından büyük ölçüde etkilendi. Burada Alman ve Fransız akımlarının sürekli birbirlerini etkilediği bir gerçek.
İtalyan Sinemasındaki akım olan yeni gerçekçilik akımı ile birçok benzer noktaları vardır;
Çoğu zaman oyunculuk deneyimi olmayan amatör oyuncular rol almaktaydı. İtalyan Yeni Gerçekçi filmlerde çocuklar da yer aldı. Film çekimleri sessiz olarak yapılır, sesler filme sonradan eklenirdi.
Fransız Şiirsel Gerçekçilik sinemasında olduğu gibi az kamera hareketleri, doğal kurgu tercihi vardır. Antınioni ve Viscontı, Jean Renoir’ın asistanı olarak çalışırlar ve Fransız Şiirsel Gerçekçilik sinemasından etkilenerek İtalyan Yeni Gerçekçiliği sinemasına katkıda bulunurlar. Filmlerde gerçeklik tüm çıplaklığıyla ortaya konmuştur. Filmlerde daha çok işçi sınıfının zorlu hayat şartları ve günlük şartları ele alınır. İki akımda da soyut fikirlerden çok duygular ön plana çıkar.
Burada ayıran birkaç nokta şudur;
Fransız Şiirsel Gerçekçilik sineması, kendi yıldızlarını yaratırken İtalyan Yeni Gerçekçiliği sinemasında amatör oyuncular rol almaktaydı. Fransız Şiirsel Gerçekçilik sinemasında, şiirsel bir anlatım ve aşk temaları da vardır ancak İtalyan Yeni Gerçekçiliği sineması sadece gerçektir.
Fransız Şiirsel Gerçekçilik sineması diyaloglara çok fazla önem verirken, İtalyan Yeni Gerçekçiliği sinemasında doğaçlama diyaloglar vardır.
Bu özellikleri ile İtalyan YENİ GERÇEKÇİLİK sinemasında ayrılıyor. Filmleri incelediğimizde, yapılan filmler kötü son ile bitiyor.
BU AKIMIN ÖNCÜLERİ
La Petite Lise (1930) tarafından Jean Grémillon
Zéro de conduite (1933) tarafından Jean Vigo
Emeklilik Mimosas (1934) tarafından Jacques Feyder
Le Grand Jeu (1934) yazan Jacques Feyd
Yukarıda bahsettiğim gibi bu birçok bağımsız yönetmen çıkarmıştır. Bunlardan biri de Jean Renoir’dir. Yaptığı filmlerde Sosyalist ve komünist partilerde örgütlenen sinema emekçilerinin faşizm ve tekelleşme karşıtı tutumları kadar grev dalgası içinde elde ettikleri haklar da filmlerinin hem kolektif ve partizan üretimine, hem de içeriğine yansır.
Renoir, çekildiği dönemde uluslararası düzeyde büyük beğeni toplayan bir diğer filmi de ‘’Harp Esirleri/Büyük Aldanış’’dır. Bu film ile Renoir bizlere -I. Dünya Savaşından sonra savaş olmasın diyen askerlerin grubuna üyedir- savaşı suçlarken, bireyin yapay sınırlamalardan üstün olduğunu gösterir, sadece savaşı değil, insanları birbirine yabancılaştıran sınıf, din, ve milliyeti de protesto eder. Filmdeki Aristokrasiye göndermede bulunan Yüzbaşı Boeldieu ve Alman kamp komutanı Von Rauffenstein’nin ilişkisi, döneminde Aristokrasiye farklı davranıldığını gösterse de filmin sonunda Boeldieu’yu yine Von Rauffenstein’nin vurması aristokrasinin çöküşünü ve iki mahkumun kaçışının simgelediği modernizmin gelişini bizlere gösterir.
Özellikle 1940’lı yıllara geldiğimizde dünyada başlayan faşizm ve 2. Dünya savaşının kara günleri de filmlerde etkisini göstermiştir. Esen Kalın
