BATIYAKASI Medya stajyerlerinden Üniversite öğrencisi Yalçın Şahin, ‘Alman Sinemasında Dışa Vurumculuk Akımı’nı kaleme aldı.
Kastamonu Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon, Sinema Bölümü öğrencisi olan Yalçın Şahin’in araştırma yazıları devam ediyor. ‘’DEVRİM’’ isimli kitabı bulunan, yazarlığının yanı sıra araştırma yazılarıyla dikkat çeken üniversite öğrencisi Yalçın Şahin’in ‘Alman Sinemasında Dışavurumculuk Akımı’ üzerine yazdığı araştırma yazısı;
Fransız devriminden sonra yeni kurulan yeni dünya düzeninde farklı fikir akımları başlamıştır. En itibarı ile bazı fikir akımları özellikle birçok imparatorluğun sonunu getirmiştir. Tabii bu fikir akımları sadece ülkelerin siyasi alanında değil farklı kültürel alanda da baş göstermiştir. Bugün bunlardan bir tanesi olan “Alman Sineması- Dışavurumculuk ” Diğer adı ile “Ekspresyonizmi” inceleyeceğiz.
Alman Dışavurumculuğu daha çok insanların iç dünyasındaki korkuları, endişeleri ve buna benzer soyut düşünceleri dışavurmasıdır. Tabii bundan dolayı anlayacağımız şekilde insanların o dönemlerde yaşadıklarından, gördüklerinden ve toplumsal ilişkilerinden duydukları endişeleri de sadece sinema değil. Birçok kültürel alanda bunu göstermiştir. (örnek; tiyatro, resim vb)
Peki Temsilcileri?
Vincent Van Gogh, Edward Munch, Gustav Klimt, James Ensor, Wassily Kandinsky, Oskar Kokoschka, Franz Marc, Erich Heckel ve Chaim Soutine, dışavurumculuğun en önemli temsilcilerindendir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası otoriter idare ile sorunları olan Alman sanatçılar, ifade etmek istediklerini gerçeklikten ve dolayısıyla toplumsal ve siyasal problemlerden uzak; daha çok içsel temalarla, görselleştirmenin önem kazandığı bir tutumla ele almaya çalışmışlardır. Toplumun burjuva kesiminde, özellikle savaş sonrasında, akıl yoluyla denetlenemeyen her şeyi gayet kuşku duyulası ve şeytani olarak görme eğilimi başlamıştı. Bu yüzden Alman halkı tarafından dışavurumculuğun çabuk benimsenmesi; ülkenin savaştan yenilgi ile ayrılması, ekonomik sorunlarla baş etmesi ve Weimar Dönemi karmaşası gibi birçok sorunla ilintilidir. Bu sorunlar insanlarda güvensizliğin artmasına, gelecek kaygıları yüzünden soyutlanmalarına ve gerçeklikten kaçmaya çalışmalarına sebep olmuştur. Tam da bu noktada dışavurumculuk sanatçılar için bir sığınak olmuş ve için dışa aktarılma ihtiyacı sanata yansımıştır.
ALMAN SİNEMASI
20. Yüzyılda sinema ciddi bir endüstri haline gelmiştir. Bu akım sinemada birçok yeniliği beraberinde de getirmiştir. Robert Wiene’ın filmi olan “Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” filminde gerçekçi olarak dönemin şartlarına göre başarılı bir aydınlatma sinemasında öncü olmuştur. O dönemin filmlerinin; oyunculuğunun oldukça abartılmış ve kostüm faktörüne oldukça önem verildiğini görüyoruz Dekor vb öğelere özenilmesi ile birlikte muhteşem detayları oluşmuştur. O dönem oyuncularda oynadığı karakterin ruh halini veya psikolojik durumunu başarılı şekilde sunmuşlardır.
Dr. Caligari’nin Muayenehanesi ile ilgili olarak çekilen tarih itibarı ile Alman Devleti 1. Dünya savaşından yenik bir şekilde ayrılmış, yükümlülükleri ağır bir antlaşmada (Versay) imzalamıştır. Bu film ayrıca o dönemki Alman Halkının yaşadığı psikolojik ve toplumsal çöküntüsünü yansıtmıştır. Bir totaliter rejiminin halk bünyesindeki etkilerini de çok iyi bir şekilde işlemiştir.
Ayrıca Şu Filmlerde Vardır:
Der Student Von Prag (Praglı Öğrenci, Stellan Rye – Paul Wegener, 1923)
Metropolis (Fritz Lang, 1927)
Der Golem (Golem, Paul Wegener – Henrik Galeen, 1915).
AKIMDAN ETKİLENENLER;
Çarpıcı görsel nitelikleri ve kasvetli ruh haliyle kara filmler ilk olarak 1940’ların başında Amerikan sinemasında ortaya çıkmış ve Alman dışavurumculuğundan esinlenmiştir.
Tim Burton’ın Batman’i (1992) gotik dışavurumculuktan esinlenen operatik bir trajedidir ve kimlik ve yalnızlık üzerine çok dokunaklı bir meditasyondur. Tim Burton’ın Batman Dönüyor’u selefine göre önemli bir ilerleme kaydederek, karakterlerinin içsel ıstıraplarını gerçekten ilgi çekici yollarla araştıran ve Alman Dışavurumculuğu’nun stilistik seçimlerine de atıfta bulunan daha karanlık, daha derin ve daha iyi bir devam filmi üretmek için birçok alanda memnuniyet verici iyileştirmeler sunuyor.
Sweeney Todd’da (2007) da görüyoruz. Her ne kadar müzikal bir film olsa da Tim Burton, Stephen Sondheim’ın komik-gotik müzikalini kana bulanmış, cömertçe üretilmiş ve çekilmiş bir gotik klasiğe dönüştürüyor. Bu, kan dökülmesini ve bordo fıskiyelerin bunaltıcı olmasını engelleyen hafif yürekli bir tona sahip bir korku müzikali. Tim Burton, aynı adlı oyundan uyarlanan ve birbirini çok iyi tamamlayan kasvetli bir müzikale kendi gotik tonunu katıyor. Kan ve intikamı duygusal ve ilgi çekici bir karakterle örerek filme derinlik katıyor.
SİNEMAYA KAZANDIRDIRKLARI
Şüphe yoktur ki birçok kazanımı oldu. İnsan ruhunu, psikolojisini konu alan filmler bu akımın etkisi ile birlikte daha çok artmıştır. Sinematografi alanında özellikle yukarıda belirttiğim filmde kullanılan zıt ışık, dekor vb kazanımlar sinema birçok yerde kullanıldı. Yeni türler ortaya çıkardı. Sözün özü: Her akım, getirdiği yenilikler ile bulunduğu ortamı süsler ve izler bırakır. Olumlu ve olumsuz etkileri tab ‘en olabilir. Bunlarda onarılır. Bu yazımızda bir akımı ele aldık. Esen Kalın.
